Bazı doğa olayları o kadar ender ki, bırakın canlı canlı tanıklık etmeyi, muhtemelen onların fotoğraflarını dahi hiç görmediniz. Hatta öyle ki, bilim insanları bile uzunca bir süre varlıklarından emin olamadılar. Bir dedikodudan ibarettiler! Böyle bir şeyi gördüğünüzü arkadaşlarınıza anlattığınızda, hiçbiri size inanmazdı…
LOOMING ve FATA MORGANA
Tabii bir de gördüğümüzü sandıklarımız var! Uçan bir gemi… Denizin üzerinde havada duruyor! Bu nasıl mümkün olabilir ki? Bu gemi aslında tabii ki de hava durmuyor. Şartlar uygun olduğunda atmosferik kırılmalar öyle bir şekilde gerçekleşiyor ki, gemi olduğu yerden daha yüksek görünüyor. Bu yüzden gemiyi, denizin üzerinde değil de havada duruyor gibi algılıyoruz. Buna ‘looming’ deniyor.
Bir de şöyle bir durum var. Bunda da gemi denizin içinde gibi! Bu olay aslında diğerinden farklı. Aslında bunun ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Hani çöllerde görülen serap… Bir öncekinden farkı, nesnenin birden çok görüntüsünün olması ve şeklen bozulmaya maruz kalması. Buna ‘Fata Morgana’ deniyor ve çoğunlukla ya soğuk kutup bölgelerine yakın yerlerde ya da sıcak çöl gibi bölgelerde daha sık görünüyor. Eh yani, bir çeşit serap sonuçta!
Genellikle bu looming, fata morgana sanılıyor. Artık hangisi nedir biliyorsunuz
Bunun gibi daha pek çok ilginç olaylar var: Red Sprites, ışık sütunları, sıradışı gökkuşakları, ışıldayan bulutlar, haleler, ve tabiki bol miktarda flashlar, green flashlar.
RED SPRITES
Bunlardan biri ‘red sprites’. İlk raporlar taa 1886’lara kadar gidiyor. Nobel ödüllü C.R.T Wilson 1925’de teorik olarak atmosferin üst katmanlarında ilginç bir elektrik boşalması olması gerektiğini öngörmüş. Tıpkı yıldırım gibi ama çok daha yükseklerde. Hatta 1956’da da buna tanıklık ettiğini bile söylemiş. Hadi bakalım! Nobel ödüllü birisi, hem teorisini yapmış hem de gördüğünü iddia ediyor. Ama hani fotoğraf? Hani kanıt?
İşte o kanıt Minnesota Üniversitesi tarafından ilk rapordan ancak tam 103 sene sonra 1989’da geliyor! Çok yakın bir geçmiş bu. Bugün ‘red sprite’ların atmosferin üst katmanlarında, mezosferde gerçekleşen elektrik boşalmaları olduğunu biliyoruz. Dev fırtına bulutlarının, cumulonimbus’ların üzerinde gerçekleşiyor. Fakat her fırtına bulutunda da olmuyor. Hatta çoğunda yok. Çok da yükseklerde, bulutların üzerinde olduklarından, haliyle aslında bunları yerden değil, yukarıdan görmek daha kolay! Tabii öyle kolay olsaydı… Çünkü hem çok ender gerçekleşiyorlar hem de çok hızlı gerçekleşiyorlar. Onu bulması bile bir mesele. Bulsanız da fotoğrafını çekmesi mesele! Fakat 2019’da önemli bir gelişme yaşandı. Saniyede 100.000 kare çeken bir kamera ile ‘red sprite’lar yakalandı. İşte o görüntüler.
Tabii bu görüntüler onları anlamak konusunda faydalı olsa da, aslında oluşma mekanizmaları hala tam olarak anlaşılabilmiş değil. Bilim dünyasında bir soru işareti olarak duruyorlar…
IŞIK SÜTUNLARI
Tabii öte yandan o kadar da ender olmayan, ama yine çoğumuzun hiç görmediği başka şeyler de var. Kışın kapıyı açıp dışarı çıksanız ve şöyle bir manzarayla karşılaşsanız, ne düşünürdünüz? Eyvah uzaylılar geldi! Hem de arka bahçeye inmişler! Tabii bu doğru olsaydı bu listede en ender o olurdu sanırım Bunlar aslında ‘ışık sütunları’ (light pillars). Bu öyle tepeye doğru çıktığı görünen ışıklar da aslında şehirdeki bildiğimiz ışıklandırmalar. Sokak lambası, ev ışığı falan yani… Bu ışıklar havadaki bazı özel buz kristalleri sayesinde gökyüzünde öyle bir ilerliyor ki, sanki birisi gökyüzüne adeta devasa, renkli fenerler tutmuş gibi!
Üstelik bu öyle sadece şehir ışıklarında görülen bir de şey değil. Gün batımlarında güneş üzerinde de görülebiliyor. Buna da güneş sütunları deniyor tabii. Temelde parlak olan herhangi bir kaynağın üzerinde, eğer şartlar da uygunsa görünebilir. Ama en ilgincini sona sakladım. Hadi bakalım en ilginç nerede görünmüş olabilir bir düşünün. Durun göstereyim… Etna yanardağı patlarken, onun üzerinde.
Aslında bu ışık sütunlarını, gökyüzünden düşen buz kristalleri oluşturuyor. Bazen buz kristalleri altıgen bir yapıya sahip oluyorlar. Böyle olduğunda, basık yapılarından ötürü, gökyüzünden düşerken hava direnci nedeniyle neredeyse düz bir şekilde hizalanıyorlar. Yani kristallerden bir buz kulesi oluşuyor. Eğer uzaklarda bir yerlerde parlak bir cisim, bir sokak lambası, güneş, yanardağ… Varsa eğer, oradan çıkan ışınlar, bunlara bir ayna gibi çarpıp sonra gözümüze ulaşıyor. Bu da sanki orada ışıktan bir kule varmış algısını oluşturuyor. Oysa ki orada öyle bir şey yok.
Peki buna ne demeli? ABD’de Rhode Island’da gündoğumu sırasında birileri ışık sütunu yakalamış gibi. Ama tepesinde bir şey var! Sanki ışık, devasa, ışıldayan bir girdaptan aşağıya doğru akıyor. Bu yine altıgen buz kristallerinin oluşturduğu bir yapı. Buna da tanjant arkı, hatta böyle üstte durduğu için de üst tanjant arkı deniyor ve oldukça ender görülüyor.
SIRADIŞI GÖKKUŞAKLARI
Şimdi hepimizin gözünün önünde saklanan bir fenomenden bahsedeceğim. Gökkuşakları. Evet, hepimiz onun ne olduğunu çocukluğumuzdan beri biliyoruz. Newton da beyaz ışığı bir prizmadan geçirdiğinde, onun farklı renklere ayrıldığını gördü. Yani farklı dalga boylarına… En büyük dalga boyu kırmızıdan, sırasıyla en düşük dalga boyu maviye doğru… Fakat gökkuşakları çok karmaşık olabilir. Mesela hiç düşündünüz mü, kırmızı veya mavinin ötesinde ne var? Biz bunu aslında biliyoruz. Elektromanyetik spektrumda, kırmızı ve mavi arası, bizim renk olarak adlandırdığımız şeyler, aslında küçücük bir görsel bölge. Kırmızının ötesinde kızılöte var. Mavinin ötesinde, moröte. Peki kızılöte ve moröte, gökkuşaklarında da var mı?
Evet var… O gökkuşağının içeriye ve dışarıya doğru uzanan kısmı aslında devam ediyor. Onu sadece bizim gözlerimiz görmüyor. Bu dalgaboylarını görebilen bir kamera kullanacak olsaydık, işte bunu görebilirdik.
Lakin gökkuşaklarının ilginçliği burada bitmiyor. Bunu görmüş olabilirsiniz! Eğer gördüyseniz bana yorumlarda söyleyin. İkincil gökkuşağından bahsediyorum. Eğer şanslıysanız bunu görmüş olmalısınız. Şanslı diyorum çünkü ender olmasının yanında bu ikincil kuşak birincil kuşağın yarısından daha az bir parlaklığa sahip. Birincil kuşağın etrafında, onu sarmalayacak bir şekilde oluşuyor.
Bu arada bir şey dikkatinizi çekti mi? Geri dönüp şu ikincil gökkuşağına bir yakından bakın. Evet! Renkler ters! Gözümüzün önünde ne detaylar saklanıyor bazen. Bazen bakıyoruz, geçiyoruz. Bazen bakıyoruz, güzelliği görüyoruz. Bazense hem güzelliği görüyor, hem de detaylarını takdir ediyoruz.
Çok çok daha ender, üçüncü kuşağın da oluştuğu biliniyor. Şimdi göstereceğim görsele iyi bakın. Kaç tane kuşak saydınız? Ohoooo… Çok var. Böyle sonsuza kadar gidiyor mu o zaman, derseniz eğer. Tongaya düştünüz demektir. Az önce bahsettiğim ikincil kuşak, hatırlayın, birincilin etrafını sarıyordu. Birincil kuşaklar 42 derece açıyla gökyüzünde bulunurlarken, ikinciller 52 dereceyle bulunur. Yani araları epey bir açıktır. Burada ise başka işler dönüyor.
Bir de böyle aralarda görünenler var. Belirgin bir şekilde merkezi iki gökkuşağıyla örtüşmüyor. Bu da, aslında onun önce su gibi parlak bir zeminden yansıdığını, oradan su damlacıklarına çarparak gökkuşağı oluşturduğunu gösteriyor. Bu nedenle de yansıma gökkuşağı olarak adlandırılıyor.
Bunun adı supernumerary rainbow, aynı zamanda stacker rainbow yani istiflenmiş gökkuşağı olarak da biliniyor. Oluşumlarındaki farklılığı klasik olarak açıklamak zor. Işığın dalga doğasından gelen, girişimler nedeniyle gerçekleşiyor.
Tabii onca farklı gökkuşağından bahsetmişken, daha önce içinizden görenler, ne zaman tam gökkuşaklarından bahsedeceğimi bekliyor biliyorum! İşte size tam bir gökkuşağı. Aslında teorik olarak tüm gökkuşakları tam bir çember oluşturuyor. Gökkuşaklarının merkezi, güneşin tam karşı konumunda kaldığı için, güneş ufka yaklaştıkça, gökkuşağının görünen üst kısmı da artıyor. İşte tam olarak bu yüzden tam gökkuşakları yüksek yerlerden, özellikle uçaklardan görüntüleniyor.
IŞILDAYAN BULUTLAR
Gel gelelim, gökkuşaklarıyla ilgili en çok beğendiğim şeylerden birine. Aslında gökkuşağı değil bu göstereceğim ama renkleri nedeniyle onu andırıyor. İsmini de oradan alıyor, iridescent, yani ışıldayan, renkler saçan…
İşte karşınızda Irisdescent Pileus bulutları… Adeta gökkuşağını bulutlara giydirmiş gibiler, öyle değil mi? Aslında bunun bir benzerini yerde görmek mümkün. Hani sokakta halı falan yıkandığında ya da arabadan köpüklü sular aktığında yerde görünen o renkli sabunlu su var ya… İşte bu da onun gibi. Özellikle havadaki küçük su tanecikleri ya da küçük buz kristalleri tarafından oluşturuluyor. Birbirinden bağımsız bu tanecikler, ışığı birbirinden bağımsız olarak kırarak, bulutlar üzerinde dalgalı renk desenleri oluşturuyor. Ayrıca buradaki gibi Nacerous bulutları üzerinde de sıkça görülüyorlar.
HALE
Peki bu su ya da buz tanecikleri küçük değil de büyük olursa ne olur? O zaman da haleler oluşur. Muhtemelen bunu görenlerimizin sayısı diğerlerinden çoktur, çünkü çok daha yaygın gerçekleşiyor. Özellikle Ay’ın etrafında oluşan haleler oldukça meşhur. Birçok fotoğrafçı, bunları çekebilmek için yarışıyor. Tabii bunların da farklı çeşnileri var. 22 derece hale ve 46 derece hale. 22 derece olan çok daha yaygın. Her ikisinden de aslında yine altıgen buz kristalleri sorumlu. Bu sefer ışık sütunlarındaki gibi dikey bir hizalanma yok, rastgele dağılmış haldeler. Bu spesifik derecelerde olması da yine zaten altıgen yapı ve kırılmalarla alakalı. Fakat böyle anlatması görmesi basit olaylar olsa da, bu 22 derece haleyi oluşturan altıgen kristallerin tam olarak nasıl bir dizilimde bunu sağladığı hala akademik bir tartışma konusu.
Işığın doğasını hep merak ettik, hep inceledik. Bir o kadar da gözümüzün önündeydi! Ama hala bazı şeyleri, hatta basit görünen bazı şeyleri açıklamakta çok zorlanabiliyoruz. Bu tabii ki bilimin yetersizliğinde falan değil Tam aksine, basit gördüğümüz bazı şeylerin aslında ne kadar kompleks olduğunda.
GREEN FLASH
Gün batımını izlemeyi kim sevmez mesela. Güneş ufka yaklaştıkça, dünyanın küreselliğinden dolayı Güneş ışınları daha kalın bir atmosfer tabakasından geçmek zorunda kalır. E gökyüzü neden mavi? Çünkü mavi ışık, kırmızıya göre daha kolay kırılıyor, dağılıyor. Atmosferin kalınlığı artınca ne oluyor, daha çok mavi kırılıyor, Güneş’e geriye kırmızı ışık kalıyor haliyle. Hep izliyoruz işte. Bir gün doğumu, bir gün batımı.
Fakat yakın zamanlara kadar bir nevi efsane olan bir olay vardı. Yeşil parlama! Bazı kişiler gün batımında güneşte yeşil bir parlama olduğunu iddia ediyordu. E sürekli bakıyoruz bakıyoruz, görmüyoruz! Ya bir gidin işinize kardeşim! Olsa biz görmez miyiz!
Tabii bu da en nihayetinde kaydedildi. Öyle ki, belirli şartlar sağlandığında çok kısa bir süreliğinde Güneş’in üzerinde yeşil bir parıltı görülüyor. Bu durum elbette yine ışığın atmosferden geçerken kırılmasından, farklı renklere ayrılmasından kaynaklanıyor. Fakat orada oldukça karmaşık bir geometri işlediğini söylemem gerek! Bilim insanları burada gerçekleşen geometriyi ve fiziği çözmek için oldukça büyük bir uğraş vermişler.
Birçok büyüleyici doğa olayı, üstelik çoğu gözümüzün önünde. Bazıları altın kadar ender, bazıları ise alüminyum kadar yaygın. Fakat onlara doğru gözle bakamadığımızda, hepsi öylesine etrafta olup biten bir takım şeylerden ibaretler. Oysa ki onları ‘görebildiğimizde’ ve ‘anlayabildiğimizde’ dünya ne kadar da büyüleyici bir yer… BY B.Ö.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder